Given my mediocre writing skills in Turkish, I’ve come to accept that unless guest bloggers contribute, my goal of keeping this blog semi-bilingual will not be realized. The honor of the first guest blog goes to Afsin Alp, who is a hedge fund manager in NYC (Meadowbrook Capital Management LLC). The column below appeared in the July issue of Boryad, the journal of the Stock Market Investors’ Association of Turkey. While the article was written and published two months ago, some parts of it are extremely relevant to the events of the past couple of weeks, but I restrained my urge to underline/emphasize the parts I like and instead present it as it is…
Tüm dünyada iş ve finans çevreleri ABD’yi dört gözle izliyor. Dünyanın en büyük ekonomisinde yaşanan her türlü hareket, diğer ülkeler için büyük öneme sahip. Amerikan borsaları yakından takip ediliyor. Her türlü iniş çıkışı farklı etkilere neden oluyor. Ben de New York’ta çalışan bir hedge fon yöneticisi olarak Amerikan borsalarındaki gelişmeleri ve bu gelişmelere bakış açımı Türkiye’deki yatırımcılarla paylaşacağım… Yazımda, işimle ilgili yaşadığım tecrübelerimden alıntılar yaparak, Amerikan piyasalarının içinde bulunduğu durumu yorumlaya çalışacağım. Öncelikle temel oluşturması açısından son dönemde olan gelişmeleri şöyle kısaca bir özetleyelim…
Ağustos 2007’i aslında milat sayabiliriz. Bu ay içerisinde Avrupa Merkez Bankası, Amerikan Merkez Bankası ve Japon Merkez Bankası, bankacılık sistemindeki likiditeyi artırmak için piyasalara müdahale ettiler. Aslında finansal krizin ilk etkileri 2007 yılı başlarında kendini göstermişti. Yılın ortalarına gelindiğinde ise, Bear Sterns’un iki mortgage hedge fonu batma noktasına gelmiş ve ileriki tarihlerde her iki fon da kapatılmıştı. Bear Stearns yatırımcıları toplam 4-5 milyar dolar civarında zarar etti.
O dönem, çalıştığım yatırımcılara her çeyrek yazdığım yazımda, kredi piyasalarındaki bu problemlere değinmiş ve FED’in likidite artırımı için çabaladığından bahsetmiştim. Ancak bu çabaların sonucunun ABD’yi korkunç bir enflasyonist ortama iteceğini belirtmiştim. Nitekim piyasaya basılan onca Amerikan dolarının etkisi emtia piyasalarında kendini göstermiş ve gelişmekte olan piyasalardaki hızlı büyümeden kaynaklanan talep artışlarını da ekleyince, fiyatlar astronomik bir şekilde yükselmişti. Altın fiyatları 1000 dolar seviyelerine ulaşmış ve crude oil fiyatları 150 dolar seviyesine çıkmıştı. Merkez bankaları tarafından likidite sağlanmaya çalışılsa da kriz yayılmış ve genişlemişti. Citigroup, Merrill Lynch, Lehman Brothers, Bank of America, Wachovia, UBS, Credit Suisse gibi pek çok banka ve aracı kurum ciddi miktarlarda zarar yazdılar.
Bugün bu zararların toplam değerinin 1 trilyon dolar civarında olduğu tahmin ediliyor. Ancak FED’in krizin ilk dönemlerinde yaptığı açıklama, zararların 100-200 milyar dolar civarında olduğuydu. Buradan da anlaşılacağı üzere, aslında problemin derinliğini ve büyüklüğünü hiçbir kurum öngörememiş ve gerekli önlemler alınamamıştır. Şahsi kanaatim, bu finansal krizin1930’larda yasanmış “Büyük Buhran”dan sonra ABD’nin başına gelmiş en büyük ve köklü problem olduğu yönünde. Hatta son 25 yılda ülkede gerçekleşen büyümenin (bu büyüme içine teknoloji ve emlak balonlarını da eklersek) kredi piyasaları sayesinde yaşandığı da göz önünde bulundurulursa, olayın vahameti daha net gözler önüne serilmiş olur. Tahminim, 100’e yakin irili ufaklı bankanın batacağıdır. Aktifleri büyük olan bankaları ise FED koruyacak ve batmalarına (finansal sistemin sürdürülebilirliği açısından) izin vermeyecektir. Bunun örneğini Bear Sterns, Fannie Mae ve Freddy Mac’de gördük. Ufak bankalara yatırılan paralar risk altındadır. Federal Deposit Insurance Corp. (FDIC) ancak 100 bin dolara kadar olan hesapları sigorta etmekte ve garanti vermektedir.
Benim için artık kredi ile büyüme tarih oldu. Bu durum en çok “Amerikan doları”nı etkileyecek. Zaten son birkaç yıldır bu etki gözlemleniyor; ancak kurda daha çok devalüasyon yaşanması da olası. Bu tezin oluşması 10-15 yıl sürebilir. Bu, emtia piyasalarının sadece dolar ile trade edilmekten çıkarılmasına kadar gidebilecek bir süreçtir. Ancak şu noktada bir parantez açıp Türk Lirası ile ilgili düşüncemi de belirtmek istiyorum: 50 milyar dolar bütçe açığı -ki bu rakam 1980’lerden beri yaşadığımız en büyük açık- sürdürülebilir değil. Yüksek faiz ile desteklenen değerli Türk Lirası politikası orta vadede ülkeyi kriz ortamına sürükleyecektir. Yatırım olarak Türk Lirası’nda olmayı kesinlikle riskli buluyorum. Şu noktayı tekrar vurgulamak istiyorum: ABD’nin krizden kurtarılması için yürütülen çalışmalar arz kaynaklı olmayan enflasyonist çözümlerdir. Son dönemde FED bunun farkına varmış ve kuvvetli dolar kurunu istediğini açıklamıştır. Ancak sözlü yapılan bu yorumlar ve ödünç almadan yapılan açığa satışların önlenmesi için çıkarılan kanunlar, sadece “Ne kadar zaman daha piyasaya dolar sürmeden panic ortamını düzeltebilirim?” mantığıyla yapılmıştır. Piyasaya yollanan bu sinyaller kısa vadede etkili olsa da, orta ve uzun vadede atılması gereken adımları sadece ertelemektedir.
Aslında kendi hedge fonlarımızda son iki yılda elde ettiğimiz başarının arkasında bu sebepler yatıyor. Yani piyasaların dinamiği değişti ve bu değişime ayak uyduramayanlar var olamayacak. Bu riskleri doğru ölçtüğünüzde fırsatlar kendini gösteriyor. Yine yatırımcıya yazdığım yazılardan bir alıntı ile devam etmek istiyorum: “En önemli fırsatlar kaotik piyasalarda, yani yatırımcının irrasyonel tavır sergilediği pazarlarda kendini gösterir.” Bizim için piyasaların içinde bulunduğu durum, bulunmaz bir fırsattır. Benim bu durumdaki öngörüm, sermaye piyasalarının kısa vadede pozitif getiri sağlamaktan çok uzak olacağı yönünde. ABD’de yaşanan talep daralmasının diğer ekonomilere yayılması kaçınılmaz. O yüzden emtia piyasalarını temkinli yatırım olarak seçenleri uyarmak istiyorum: Emtia fiyatlarının ne kadarı gerçekten arza dayalı, ne kadarı spekülatif? Bunu tam anlamıyla bilmek mümkün değil. Ancak gelişmekte olan piyasalardaki büyümenin yavaşlaması bile bu fiyatlarda büyük dalgalanmalar yaratacaktır.
Tüm dünyada iş ve finans çevreleri ABD’yi dört gözle izliyor. Dünyanın en büyük ekonomisinde yaşanan her türlü hareket, diğer ülkeler için büyük öneme sahip. Amerikan borsaları yakından takip ediliyor. Her türlü iniş çıkışı farklı etkilere neden oluyor. Ben de New York’ta çalışan bir hedge fon yöneticisi olarak Amerikan borsalarındaki gelişmeleri ve bu gelişmelere bakış açımı Türkiye’deki yatırımcılarla paylaşacağım… Yazımda, işimle ilgili yaşadığım tecrübelerimden alıntılar yaparak, Amerikan piyasalarının içinde bulunduğu durumu yorumlaya çalışacağım. Öncelikle temel oluşturması açısından son dönemde olan gelişmeleri şöyle kısaca bir özetleyelim…
Ağustos 2007’i aslında milat sayabiliriz. Bu ay içerisinde Avrupa Merkez Bankası, Amerikan Merkez Bankası ve Japon Merkez Bankası, bankacılık sistemindeki likiditeyi artırmak için piyasalara müdahale ettiler. Aslında finansal krizin ilk etkileri 2007 yılı başlarında kendini göstermişti. Yılın ortalarına gelindiğinde ise, Bear Sterns’un iki mortgage hedge fonu batma noktasına gelmiş ve ileriki tarihlerde her iki fon da kapatılmıştı. Bear Stearns yatırımcıları toplam 4-5 milyar dolar civarında zarar etti.
O dönem, çalıştığım yatırımcılara her çeyrek yazdığım yazımda, kredi piyasalarındaki bu problemlere değinmiş ve FED’in likidite artırımı için çabaladığından bahsetmiştim. Ancak bu çabaların sonucunun ABD’yi korkunç bir enflasyonist ortama iteceğini belirtmiştim. Nitekim piyasaya basılan onca Amerikan dolarının etkisi emtia piyasalarında kendini göstermiş ve gelişmekte olan piyasalardaki hızlı büyümeden kaynaklanan talep artışlarını da ekleyince, fiyatlar astronomik bir şekilde yükselmişti. Altın fiyatları 1000 dolar seviyelerine ulaşmış ve crude oil fiyatları 150 dolar seviyesine çıkmıştı. Merkez bankaları tarafından likidite sağlanmaya çalışılsa da kriz yayılmış ve genişlemişti. Citigroup, Merrill Lynch, Lehman Brothers, Bank of America, Wachovia, UBS, Credit Suisse gibi pek çok banka ve aracı kurum ciddi miktarlarda zarar yazdılar.
Bugün bu zararların toplam değerinin 1 trilyon dolar civarında olduğu tahmin ediliyor. Ancak FED’in krizin ilk dönemlerinde yaptığı açıklama, zararların 100-200 milyar dolar civarında olduğuydu. Buradan da anlaşılacağı üzere, aslında problemin derinliğini ve büyüklüğünü hiçbir kurum öngörememiş ve gerekli önlemler alınamamıştır. Şahsi kanaatim, bu finansal krizin1930’larda yasanmış “Büyük Buhran”dan sonra ABD’nin başına gelmiş en büyük ve köklü problem olduğu yönünde. Hatta son 25 yılda ülkede gerçekleşen büyümenin (bu büyüme içine teknoloji ve emlak balonlarını da eklersek) kredi piyasaları sayesinde yaşandığı da göz önünde bulundurulursa, olayın vahameti daha net gözler önüne serilmiş olur. Tahminim, 100’e yakin irili ufaklı bankanın batacağıdır. Aktifleri büyük olan bankaları ise FED koruyacak ve batmalarına (finansal sistemin sürdürülebilirliği açısından) izin vermeyecektir. Bunun örneğini Bear Sterns, Fannie Mae ve Freddy Mac’de gördük. Ufak bankalara yatırılan paralar risk altındadır. Federal Deposit Insurance Corp. (FDIC) ancak 100 bin dolara kadar olan hesapları sigorta etmekte ve garanti vermektedir.
Benim için artık kredi ile büyüme tarih oldu. Bu durum en çok “Amerikan doları”nı etkileyecek. Zaten son birkaç yıldır bu etki gözlemleniyor; ancak kurda daha çok devalüasyon yaşanması da olası. Bu tezin oluşması 10-15 yıl sürebilir. Bu, emtia piyasalarının sadece dolar ile trade edilmekten çıkarılmasına kadar gidebilecek bir süreçtir. Ancak şu noktada bir parantez açıp Türk Lirası ile ilgili düşüncemi de belirtmek istiyorum: 50 milyar dolar bütçe açığı -ki bu rakam 1980’lerden beri yaşadığımız en büyük açık- sürdürülebilir değil. Yüksek faiz ile desteklenen değerli Türk Lirası politikası orta vadede ülkeyi kriz ortamına sürükleyecektir. Yatırım olarak Türk Lirası’nda olmayı kesinlikle riskli buluyorum. Şu noktayı tekrar vurgulamak istiyorum: ABD’nin krizden kurtarılması için yürütülen çalışmalar arz kaynaklı olmayan enflasyonist çözümlerdir. Son dönemde FED bunun farkına varmış ve kuvvetli dolar kurunu istediğini açıklamıştır. Ancak sözlü yapılan bu yorumlar ve ödünç almadan yapılan açığa satışların önlenmesi için çıkarılan kanunlar, sadece “Ne kadar zaman daha piyasaya dolar sürmeden panic ortamını düzeltebilirim?” mantığıyla yapılmıştır. Piyasaya yollanan bu sinyaller kısa vadede etkili olsa da, orta ve uzun vadede atılması gereken adımları sadece ertelemektedir.
Aslında kendi hedge fonlarımızda son iki yılda elde ettiğimiz başarının arkasında bu sebepler yatıyor. Yani piyasaların dinamiği değişti ve bu değişime ayak uyduramayanlar var olamayacak. Bu riskleri doğru ölçtüğünüzde fırsatlar kendini gösteriyor. Yine yatırımcıya yazdığım yazılardan bir alıntı ile devam etmek istiyorum: “En önemli fırsatlar kaotik piyasalarda, yani yatırımcının irrasyonel tavır sergilediği pazarlarda kendini gösterir.” Bizim için piyasaların içinde bulunduğu durum, bulunmaz bir fırsattır. Benim bu durumdaki öngörüm, sermaye piyasalarının kısa vadede pozitif getiri sağlamaktan çok uzak olacağı yönünde. ABD’de yaşanan talep daralmasının diğer ekonomilere yayılması kaçınılmaz. O yüzden emtia piyasalarını temkinli yatırım olarak seçenleri uyarmak istiyorum: Emtia fiyatlarının ne kadarı gerçekten arza dayalı, ne kadarı spekülatif? Bunu tam anlamıyla bilmek mümkün değil. Ancak gelişmekte olan piyasalardaki büyümenin yavaşlaması bile bu fiyatlarda büyük dalgalanmalar yaratacaktır.
No comments:
Post a Comment